28 Şubat 2017 Salı

Amadeus, orkestra eşliğinde beyazperdede


Tam 7 yıl olmuş  Amadeus'u izleyeli. Hayatımı değiştiren filmlerin başında geliyor. Peter Shaffer'ın aynı adlı oyununun 1984'te filme uyarlanmış hâli Amadeus. Miloš Forman'ın yönetmenliğinde ve Saul Zaentz'in yapımcılığında bir başyapıta dönüşen film tam 8 Oscar ödüllü. En İyi Erkek Oyuncu ödülüne birlikte aday olan iki isim, yani Tom Hulce (Mozart) ve ödülü kazanan F. Murray Abraham (Salieri) bu filmle kariyerlerinin doruk noktasında. Filmle iç içe geçen Mozart'ın müziği sayesinde etkileyicilik dozu en yüksek seviyelerde. Öyle ki Sir Neville Marriner yönetimindeki soundtrack, 6.5 milyondan fazla satarak tüm zamanların en popüler klasik müzik kayıtlarından biri.

Amadeus'un 24-25 Şubat'ta Zorlu PSM'de orkestra eşliğinde gösterimi olacağını duyduğumuzda arkadaşlarımla hemen bilet aldık. Hatta ben konsepti öğrenmeden önce film hiç gösterilmeyecek, sadece orkestra soundtrack'ini çalacak sanıyordum. Meğer tam tersi film orkestra eşliğinde izleniyormuş. Özellikle bu filme ve film sayesinde Mozart'a aşık olan benim için heyecan verici bir deneyim olacağı belliydi. 

Film, Mozart'ın Don Giovanni operasının uvertürüyle ve Salieri'nin Mozart'ı öldürdüğünü iddia eden çığlıklarıyla başladı. Ve tabii ki coşkulu 25. Senfoni... Daha ilk bu sahneden orkestranın çaldığını unutmaya başladım. Filmdeki her bir repliği ve notayı ezbere bilmemin verdiği alışkanlık ve orkestranın filmle uyumunun bunda etkisi olsa gerek. Filmde opera sanatçılarının söylediği aryalar ve günümüzde bulunması zor olan eski tip piyanoların çaldığı sahneler dışında müzik birebir çalındı. Bir-iki yerde senkronizasyon kaçar gibi olsa bile şef Ludwig Wicki hemen durumu toparladı. Bir yandan önündeki bilgisayardan filmi takip ederken bir yandan Orkestra İstanbul'u yönetti. Gökhan Aybulus ise filmin ortasında çalan 22. Piyano Konçertosu'nu ve filmin bitiş jeneriğine eşlik eden 20. Piyano Konçertosu'nu canlı canlı çalarak notaları özenle içimize işledi.



Filmi onlarca insanla dev perdede bir salonda izlemek, evde tek başına DVD'den izlemekten çok farklı bir deneyim. Mesela kendini delicesine Tanrı'yla yarıştıran Salieri'nin çılgın plânları ve gerçekleşmesine sevindiği kötü olaylar için "And you know what happened? A miracle!" demesi çok daha komik geliyor. Mozart'ın abartılı kahkahasına siz de karşılık veriyorsunuz perdenin öteki tarafından adeta. Filmin sonunda Lacrimosa eşliğinde evdeki gibi hüngür hüngür ağlayamıyorsunuz, sessizlik ve peçete şart.

İçimde kalan tek şey, filmin Director's Cut olmayan versiyonunun gösterilmesiydi. Bu standart versiyonda film daha kısa. Çok büyük bir eksiklik olmasa da "olsaydı bazı şeyler daha iyi anlaşılırdı" denilen sahneler çıkarılmış. Filmi izleyenlere ve izlemeyenlere kesinlikle Director's Cut versiyonunu da izlemelerini öneririm. Pişman olmazsınız.

Gecenin sonunda kendinizi "Yahu Mozart bile ölmüş, ben ölmüşüm ne yazar?" derken bulabilirsiniz. Benim gibi filmin perde arkasını anlatan The Making of Amadeus'u izlemişseniz, filmi özel yapan ufak detayları hatırlayıp ekibe tekrar hayran kalabilirsiniz. Tom Hulce'ın film boyunca piyano çalarken her bir notayı doğru bastığını ve hiç dublör kullanmadığını mesela. Ya da Elizabeth Berridge'in (Constanze) defalarca çekilen "Nipples of Venus" şekerlemelerini yediği sahnede artık yemekten bıktığı halde "They're wonderful!" demesinin zorluğunu. Filmle ilgili tüyleri diken diken eden bilgilerden birini hatırlayacaksınız belki opera sahnelerinde: filmde kullanılan opera salonunun iki yüz yıl önce bizzat Mozart'ın Don Giovanni'yi yönettiği salon olmasını.

Bu özel filmi kendine yakışır bir şekilde özel bir deneyimle biz seyircilere sunan, emeği geçen herkese teşekkür etmek isterim buradan. Tabii ki filmi yaratıp gerçekleştirenlere de. Ve elbette o güzel müzikleri yaratan çılgın ve sevgili Wolfie'ye de...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder