27 Haziran 2016 Pazartesi

Mad Men'in En İyi 6 Müzikal Sahnesi


2007'de televizyonda yayımlanmaya başlayıp geçtiğimiz sene 7. sezonuyla son bulan ABD yapımı Mad Men, efsane bir dizidir. En sevdiğim dizi diye söylemiyorum bunu sadece; reytingler, topladığı sayısız ödüller ve kritiklerin ve seyircinin her bölümü ayrı bir sanat eseriymiş gibi titizlikle inceleyip eleştirmesi de bu söylemi doğrulayabilir.

1960'lı yılların başından başlayıp sonundan çıkan, New York Madison Avenue'da bir reklam ajansı etrafında şekillenen dizi, aslında dönemin toplumsal olaylarını ve bireylerin psikolojisini reklam dünyası üzerinden anlatıyor. Sağlam karakterler ve sağlam hikayeler, izleyiciyi anında sadık hayranlara dönüştürüyor. Mükemmel dekor, kostüm ve müzikler de dizinin senaryosunu en iyi şekilde tamamlıyor.


Dönem dizisi, özellikle 1960'larda geçen bir dönem dizisi müzik de baş rolde olmadan anlatılabilir miydi? Elbette hayır, ve dizinin yaratıcısı dahi adam Matthew Weiner bu işi de kendine has ustalığıyla yapıyor ve şarkıları senaryonun en vurucu yerlerine koyarak duyguları yoğunlaştırıyor. Üstelik seçtiği şarkılar sadece dönemin en meşhur şarkıları değil: tek şarkıyla meşhur olmuş grupları da görebiliyoruz, çok deneysel veya çok geleneksel bir şarkıyı da.

Müzikleriyle de gönlümde taht kurmuş bu dizinin benim için en iyi müzikal anlarını küçük bir listede topladım. Eğer "dur, ben daha bu diziyi izlemedim, spoiler olmasın!" diyorsanız bu yazıyı kaydedip diziyi izledikten sonra okuyabilirsiniz. Ama "ben yine de bir bakayım, sahneleri beğenirsem belki diziye başlarım, en kötü şarkıları keşfetmiş olurum" diyorsanız buyrun size müziğin başrolde olduğu -bana göre- en iyi 6 Mad Men sahnesi...

6. Ann-Margret - Bye Bye Birdie (3. sezon 2. bölüm)


Reklam ajansı Sterling Cooper, Pepsi'nin diyet içeceği Patio için Ann-Margret'ın oynadığı gençlik müzikali Bye Bye Birdie'nin jeneriğinden esinlenerek bir reklam filmi çeker. Prodüksiyon olarak neredeyse aynı olmasına rağmen reklam, Pepsi tarafından reddedilir. Çünkü kadın Ann-Margret değildir ve reklam, kadınlara hitap eden Patio'nun aksine erkeklere hitap etmektedir. Bu olay, erkeklerle dolu ajansta kadın bakış açısıyla bakmayı unutan reklamcılara bir ders niteliğindedir.


5. Robert Morse - The Best Things in Life Are Free (7. sezon 7. bölüm)


Reklam ajansı Sterling Cooper'ın Cooper'ı egzantrik karakter Bert'e ancak bu kadar güzel veda edilebilirdi. Karaktere hayat veren oyuncu Robert Morse'un Broadway kariyerindeki geçmişini düşünürsek ona da çok şık bir jest yapıldığını anlayabiliriz. Dizinin ana karakteri Don, Bert öldükten sonra ona "hayatta en iyi şeyler bedavadır" mesajını veren hayalini görür ve o an yüzündeki ifadeden nasıl depresif bir ruh haline girdiğini rahatlıkla görürüz. Bu sahneyi her izlediğimde benim de gözlerim dolar.


4. Serge Gainsbourg & Brigitte Bardot - Bonnie and Clyde (6. sezon 4. bölüm)


Dizinin en sert ama aynı zamanda en kadınsı karakteri Joan, bir gece bir kız arkadaşıyla 60'ların popüler gece kulübü Electric Circus'a gider. Ortama uyarak normalde yapmayacağı bir şey yapar: gardını düşürür. Çekici Fransız ikonlar Serge Gainsbourg ve Brigitte Bardot'nun efsane şarkısının ortamı hazırladığı sahne, 60'ların ortalarının ruhunu birkaç saniyede kapmamızı sağlar.


3. The Spencer Davis Group - I'm a Man (7. sezon 1. bölüm)


Dizinin en sevdiğim kadın karakteri, Don'un ikinci eşi Megan Draper'ın parladığı bir sahne. Güzel, çekici, entelektüel ve zevkli Megan'ın oyunculuk kariyerine odaklanmak için taşındığı California'da eşi Don'u havaalanında karşıladığı bu sahne; Megan'ın sıfatlarına "bağımsız"ı da eklediğimiz sahnedir. Don, karısına yolcu kapısını açarken Megan'ın kendinden emin bir şekilde şoför koltuğuna geçmesi ve dönemin trendy dikdörtgen güneş gözlüklerini takması cool değildir de nedir? Adeta bir thug life sahnesi! Ama Megan'ın öncesinde bebek mavisi mini elbisesiyle arabadan inip ağır çekimde Don'a yürüdüğü ve yandan gülümsediği sahne, 1967 yapımı Spencer Davis Group şarkısı I'm a Man arka planda çalmasaydı bu kadar büyüleyici olmazdı.


2. The Beatles - Tomorrow Never Knows (5. sezon 8. bölüm)


60'larda geçen bir dizi, Beatles olmadan düşünülebilir mi? Aslında düşünülebilir, çünkü Beatles filmlerde, dizilerde ve reklamlarda asla şarkıları için kullanım hakkı vermiyor. Matthew Weiner'ın ısrarları ve uğraşlarıyla Mad Men'in bu bölümünde bir istisna olmuş. 250.000 dolar gibi büyük bir meblağ karşılığı şarkının kullanım hakkına sahip olan Weiner, "Beatles, yüzyılın grubu; onlar olmadan dizide belli bir özgünlük eksikliği olurdu." demiş. Helal olsun! Gittikçe değişen dönemi anlamakta zorluk çeken Don'a genç eşi Megan, Beatles'ın Revolver albümünü, albümün son şarkısı olan Tomorrow Never Knows'dan başlayarak dinlemesini önerir. Don, Beatles'ın belki de en deneysel şarkısını açar ve o sırada tüm karakterlerin hayatlarından kesitleri şarkı eşliğinde görerek bambaşka bir evrene sürükleniriz. Don fazla dayanamaz ve şarkıyı yarıda keser. Bu hareketi de sahnenin efsaneliğine efsanelik katar.


1. Jessica Paré - Zou Bisou Bisou (5. sezon 1. bölüm)


Dizinin en ikonik sahnelerinden birinde yine Megan başroldedir. Don'un 40. yaş günü için sürpriz bir ev partisi düzenleyen Megan, Gillian Hills'ın Fransızca şarkısı Zou Bisou Bisou şarkısını söyler ve seksi bir performans sergiler. Bu sahne çiftin aslında ne kadar uyumsuz olduğunu gösterir bize: genç ve cool Megan, bu performansın Don'u mutlu edeceğini düşünür fakat aksine daha yaşlı ve geleneksel olan Don, iş arkadaşlarının önünde böyle bir performans sergilemenin aslında utanç verici olduğunu düşünmektedir ve içten içe rahatsız olmaktadır. Biz de bu sırada görsel ve işitsel bir şölen yaşamış oluruz ve o ev partisine ışınlanmak isteriz. 

20 Haziran 2016 Pazartesi

Alex Turner'ın kadın versiyonu Alexandra Savior ile tanışın


Alex Turner'ın, sanki daha dün müzik dünyasına yeni giriş yapmış bir müzisyenken şimdi kendi izinden giden diğer genç müzisyenlerin prodüktörlüğünü yaptığına inanamayabilirsiniz. Fakat olan tam da bu.

Geçen yaz True Detective dizisinin soundtrackinde yer alan "Risk" şarkısını söyleyerek dikkat çeken gizemli kadın, Alex Turner'ın yeni keşfi olan Alexandra Savior'dan başkası değil. Şarkıda davul, klavye ve gitarı da bizzat kendisi çalan Alex, benim yaşımdaki bu Amerikalı genç kadına Sinderella'nın peri annesi gibi bir değnek değdirmiş ve kariyerinde yolunu açmış gibi gözüküyor. Üstelik geçici de değil, her şey daha yeni başlıyor.

Alex'in Miles Kane ile kurduğu grup The Last Shadow Puppets'ın birkaç ay önce çıkan albümü Everything You've Come To Expect'in en güzel şarkılarından biri olan Miracle Aligner'ı da Alexandra ile beraber yazmışlar. Alexandra'nın çok yakında çıkacak yeni albümünde Alex Turner'ın ismini sıkça göreceğiz: şarkıların çoğunda onun da imzası var, pek çok enstrümanı o çalmış ve albümün prodüksiyonluğunu kendisi üstlenmiş. Albümün ilk meyvesi olarak geçen gün Alex'in ünlü prodüktör James Ford ile birlikte yazdığı Shades isimli şarkı single olarak yayımlandı. Lana Del Rey'in retro tınılarını andıran ve tabii ki Alex Turner'ın parmağı olduğu da belli olan şarkı, müzik dünyasını şimdiden albümün tamamı için heyecanlandırmaya başladı.



Büyüleyici bir sese sahip olan Alexandra, geçtiğimiz aylarda The Last Shadow Puppets ile birlikte ABD turnesindeydi. Alex Turner ile çeşitli yerlerde minik konserler bile verdiler. Aşağıdaki videolarda yorumladıkları şarkılarda aralarındaki güçlü kimyayı görebilirsiniz.



Bu yetenekli ve tatlı kadını takibe alın derim ben. Artık çoğunlukla Los Angeles'ta oturan ve bir nevi Hollywood'lu olan Alex Turner'ın da Alexandra gibi genç sanatçıları daha çok destekleyeceği belli oluyor. Mini Mansions grubu da buna bir örnekti. Ne mutlu Alex'le birlikte stüdyoya girme şansını elde eden müzisyenlere...

13 Haziran 2016 Pazartesi

Rock gitaristlerinin kalbini fetheden kadın: Charlotte Martin


Hayranı olduğum müzisyenlerin hayatlarını merak ederim. İzin verdikleri sürece - yani kitaplarda, şarkılarda ve belgesellerde anlattıkları kadarıyla - haklarında bilgiler öğrenmek isterim: duygularını, düşüncelerini, hayran oldukları şeyleri, ailelerini ve tabii ki aşklarını.

Bu yüzden en sevdiğim üç şarkı yazarı/gitaristi, yani Eric Clapton, George Harrison ve Jimmy Page'i araştırırken karşıma Charlotte Martin'in çıkmaması imkansızdı. Bu üç İngiliz sanatçıyla aşk yaşayan ve hayatlarını etkileyen Charlotte, 60'ların sonunda İngiltere'de yaşayan Fransız bir model. O dönemde modellerin en ünlü ve başarılı müzisyenlerle tanışmasının neredeyse sıradan bir şey olması beni imrendirir. İlgi alanları, fotoğrafçılar ve takıldıkları ortamalar dolayısıyla tanıştıkları bu isimlerle çok renkli ve efsanevi bir network oluşturanlar vardır. Bunlardan biri de Charlotte Martin'dir.

Charlotte Martin 1966'da Londra'da Speakeasy Club'da Eric Clapton ile tanışır. Charlotte'ı hayatının en büyük aşklarından biri olarak tanımlayan Eric Clapton, Charlotte'ın klasik Fransız figüründen ve hüzünlü ve aşağı doğru eğimli gözlerinden çok etkilenir. Birlikte yaşamaya başlarlar. Eric, Charlotte'ın modellikten çok film, sanat ve edebiyatla ilgilendiğini ve çok güzel vakit geçirdiklerini söyler. Eric'in o zamanki grubu Cream ile takılmaya başlayan Charlotte, onları bir gece bir kulüpte Avustralyalı görsel tasarımcı Martin Sharp ile tanıştırır: kendisi o gece bir peçeteye efsanevi Cream şarkısı Tales of Brave Ulysses'in sözlerini yazacak ve grubun ikinci albümü Disraeli Gears'in kapağını tasarlayacaktır.


Charlotte, Cream ile

1967 yılında Beatles'ın dünya çapında BBC tarafından canlı olarak yayınlanacak ve Abbey Road stüdyolarında kaydedilecek All You Need Is Love performansına Beatles'ın, özellikle George Harrison'ın yakın arkadaşı olan Eric de davet edilir. Grup üyelerinin sevgilileri, arkadaşları, Mick Jagger, Keith Moon, o zamanın popüler tasarımcı ekibi The Fool gibi simaların arasında Eric ile beraber Charlotte da vardır. George Harrison'ın model eşi Pattie Boyd da elbette oradadır ve Charlotte ile arkadaş olsalar da birkaç sene sonra yaşayacakları aşk dörtgeninden habersizlerdir.

Charlotte, All You Need Is Love performansında

1969 yılında George'un eşi Pattie Boyd'a delicesine aşık olan Eric, Charlotte'tan ayrılır. İronik olarak Charlotte, Pattie ve George'un evinde kalmaya başlar. George ile flörtleşmeye başlarlar, hatta biyografi yazarlarına göre George, All Things Must Pass adlı ilk solo albümündeki Let It Down şarkısını Charlotte'a yazmıştır. Şarkıyı o kadar içli söyler, o kadar masum ve ince sözler yazmıştır ki sanki George, Charlotte ve arkadaşlarıyla bir odada oturuyorsunuz ve George'un aklından geçenleri okuyorsunuz gibi gelir.

Though you sit in another chair, I can feel you here
Looking like I don't care, but I do, I do
Hiding it all behind anything I see
Should someone be looking at me

Ben akustik versiyonunu daha çok severim, daha samimi gelir.



Pattie bu ilişkiden hoşlanmaz doğal olarak ve evi terk eder. Kısa bir süre sonra George ve Charlotte'ın da ilişkisi biter, Charlotte evden gider, George Pattie'yi geri çağırır. Fakat zaten sallantıda olan ilişkilerinin bitişinin başlangıcıdır bu olay. Bir süre sonra Pattie de Eric Clapton ile birlikte olmak için George'u terk edecektir. Ama o başka bir hikaye...

Charlotte bir süre sonra, 9 Ocak 1970'de Royal Albert Hall'da, Led Zeppelin konserindedir. O gün grubun gitaristi Jimmy Page'in doğum günüdür. The Who grubundan Roger Daltrey, ileride evleneceği model Heather Taylor ile konsere gelmiştir ve Charlotte'ı Jimmy Page ile tanıştırırlar. Bu, uzun süreli bir ilişkinin başlangıcı olacaktır. Jimmy Page, hayatına pek çok kadın girse de Charlotte ile birlikte kalmıştır 1980'lerin başına kadar ve bir kızları olmuştur: ileride bir fotoğrafçı olacak olan Scarlet Page. 

Charlotte, Led Zeppelin'in 1973 yapımı filmi The Song Remains the Same filminde gözükür ve grubun Friends şarkısının da ilhamıdır. Jimmy'e göre bir gün tartıştıktan sonra Jimmy balkona çıkar ve birden bütün şarkı belirir zihninde. "Şarkının orijinine bakılırsa adının "Friends" olması ironiktir." der Jimmy.


Charlotte, kızı Scarlet Page ile

Charlotte Martin şu sıralar Fransa'da yaşıyor ve resimle uğraşıyor. Özel hayatı çok bilinmiyor ama zaman zaman kızı Scarlet Page'in fotoğraf sergilerinde, hala görüştüğü belli olan Cream grubunun bir konserinde veya tanıklık ettiği 60'lı yılların çılgın sanat dünyasıyla ilgili bir belgeselde boy gösterebiliyor. Charlotte Martin, gerek koruduğu gizemiyle gerek rock starların bile başını döndüren etkileyiciliğiyle dönemin en çok ilgimi çeken isimlerinden biri. 

Charlotte Martin ile ilgili bilgilere ve resimlere, benim de bu yazıda faydalandığım, Charlotte'a adanmış blog olan http://charlotte-martin.tumblr.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Sezen Aksu şarkılarının başrolde olduğu bir film: O Kadın


Sezen Aksu, 7'den 70'e hepimizin hayatını etkilemiştir şarkılarıyla. Özellikle belli duyguları yaşamış olduktan ve deneyim kazandıktan sonra şarkılar daha da anlamlı ve yakın gelir. Bazı şarkıları hayal kurdurur, bazıları nostalji yaptırır, bazıları ise "işte bu hayatımın soundtracki" dedirtir. 

O Kadın filmi, Sezen Aksu şarkılarının yarattığı bu etkileri somutlaştırmaya çalışan, filmin senaristi ve yönetmeni Korhan Bozkurt'un bir yapıtı. Filmin afişinde de oyuncularla birlikte "Ve Sezen Aksu Şarkıları" yazılması çok uygun olmuş. Zira bu filmde yer yer şarkıların arasına giren anlatıcılar dışında hiç diyalog yok. Duygular, Sezen Aksu şarkılarıyla anlatılıyor. Bu özelliği bakımından Türk filmleri içinde bir ilk diyebiliriz.

Filmin başrollerini sık sık benzetildiğim Selin Demiratar ve eskiden beri hayranlık duyduğum Tardu Flordun paylaşıyor. Selin Demiratar'ın karakteri Yeşim, kariyer sahibi ve varlıklı bir moda tasarımcısıdır ve istediği her şeye sahip gibi gözükür. İşadamı Bülent (Burak Hakkı) ile uzun zamandır süregelen beraberlikleri evlilikle sonuçlanmak üzereyken Tardu Flordun'un hayat verdiği karakter Okan'la karşılaşır. Bir müzisyen olan Okan'ın sınır tanımaz özgürlük anlayışı Yeşim'i cezbeder. Nokta konmayan ilişkiler ağı, üç insanın hayatını bilinmeyen bir kadere sürükler.

Hikâye aslında bir nevi Titanic hikâyesi: Her şeye sahip gözüken zengin kadın, kendisi gibi zengin bir adamla beraberdir ama duygusal açıdan tatmin değildir ve içten içe hep bir arayış içindedir. Bir gün kendi hayat tarzının çok dışında yaşayan bir adamla karşılaşır ve olaylar gelişir. Bilinmezin çekiciliği diyebiliriz yine aslında... Artık kadının yüzü gülmektedir, yeni sevdiği ile maceradan maceraya atılır ama bu hep böyle gidemez, sonunda bir seçim yapmak zorundadır.

Aşk ve acı arasındaki ince çizgiyi Sezen Aksu şarkıları ekseninde anlatan film, karakter kurgulamasını, olayları ve sonuçları hep şarkılar üzerinden veriyor seyirciye. Yeşim karakteriyle karşılaştığımız ilk sahnede giren şarkı, Yeşim'in hayatını özetlemeye yetiyor bize:

"Hiç aç susuz yaşamadım ki
Hiç parasız pulsuz kalmadım ki
Hiç aşksız sevgisiz olmadım ki
Neden neye kime bu özlem"



Filmi izleyenler ikiye ayrılıyor. Bazıları filmi, duyguları diyalogdan daha iyi anlatabilen Sezen Aksu şarkılarıyla kurgulama fikrini çok benimsiyor ve filmi tekrar tekrar izleyip ilişkileri sorgulamaktan zevk alıyor. Bazıları ise filmin bir klip gibi olduğunu düşünüp daha klişeden uzak ve orijinal bir senaryo arıyor; daha sağlam karakterler ve kurgular bekliyor.

Ben de sanırım iki düşüncenin arasındayım. Bir yandan filmi bir solukta izleyip şarkıların hikâyeyi kurgulaması fikrini seviyorum, bir yandan da "bu sahne çok zoraki olmuş; sırf bu şarkı da filmde olsun diye yazılmış" gibi eleştiriler yaparken buluyorum kendimi. Filmde fazla duygusallaşan ve klişeleşen yerler yok değil. Fakat filmin herhangi bir sahnesini açmış olsam bile o sahneden devam ediyorum filmi izlemeye genelde çünkü sahneler birbirinden güzel şarkılarla bağlandığı ve oyunculuklar iyi olduğu için gayet akıcı bir şekilde ilerliyor film. Çok tanıdık ve tahmin edilebilir bir aşk hikâyesi olması ise kurgulanış biçiminin alışılmadık oluşu tarafından bastırılıyor.

Fakat benim en sevdiğim ve etkilendiğim bölümler, sahneler arasında bu hikâyeyi kurgulayan karakterler olarak karşımıza çıkan usta yazar ve yardımcısı, yani Erol Günaydın ve Nefise Karatay'ın geçtiği bölümler. Her biri ayrı hayat dersi gibi olan bu kesitler, filmin diyaloğa sahip tek sahneleri. Erol Günaydın, babacan ve bilge bir şekilde bize hayat ve ilişkiler hakkında pek çok nokta atışı çıkarımlar yapıyor. Söylediği şu cümle bile bize bu filmin neden yapıldığını açıklıyor aslında:

"Kelimeler, en başarılı oldukları zamanda bile aciz kalan sembollerdir."

En sevdiğim şarkılardan biri olan "Bir Zamanlar Deli Gönlüm"ün geçtiği kesit, filmin en hoşuma giden sahnelerinden biri.



Başta Sezen Aksu hayranları olmak üzere şarkıların kurguladığı bir aşk hikâyesini izlemek ve değerlendirmek isteyenler bu filmi izlemeli. Çok spoiler vermeden yazımı filmin en vurucu ve felsefi diyaloglarından biriyle sonlandırmak istiyorum. Erol Günaydın'ın söylediği bu sözlerin doğruluğu insanın tüylerini diken diken ediyor:

"- Sonuç, seçimlerde hep aynıdır. Acı. Her neyi seçersen seç, seçemediğin hep üzüntü kaynağı olacaktır. Aklın hep o seçemediğinde kalacaktır. O seçemediğini seçmiş olsaydı, gene bana bu soruyu soracaktın. Hayatta her şey yüzde ellidir. Aklınla davransan yüreğin, yüreğinin sesini dinlesen aklın sana bu soruyu hep soracaktır. Seçemediğin hep acı verecek, bu sabit. Acı hep olacak.

- Bu kadar mı umutsuz yani, güzel bir yanı yok mu bu seçimlerin?

- Olmaz olur mu, var; acını seçmekte özgürsün."