31 Ekim 2016 Pazartesi

Tim Burton'ın görsel ve işitsel Cadılar Bayramı şöleni: The Nightmare Before Christmas


Tim Burton'ın efsane filmi The Nightmare Before Christmas ile tanışmam aslında epey geç oldu; ilk kez tam bir sene önce izledim. Cadılar Bayramı arifesine bilerek mi denk getirdim, kesinlikle evet. Elimde marshmellowlu sıcak çikolatamla geçtim filmin karşısına ve yaklaşık 1 saatlik kısa ama çok eğlenceli filmi This Is Halloween diye diye izledim.

Aynısını bu sene de yaptım ve haftasonu aslında bizim bayramımız olmasa da ülkemizde son birkaç yılda popülerleşen Cadılar Bayramı temalı partiler verilirken ben yine sıcak çikolatamı alıp filmi bir kez daha keyifle izledim. Hazır bugün de Cadılar Bayramı'yken bu şirin filmi anayım dedim.

Küçükken okulda İngilizce dersinde British and American Festivities diye bir kitap okumuştuk. "Vahşi kapitalizmin oyunları" deyin isterseniz ama başta Noel ve Cadılar Bayramı olmak üzere o kadar şirin bayramları var ki şu an ülkemizde benzer âdetlerle kutlanıyor olmaları, içlerinde evrensel ve eğlendirici öğeler barındırdıklarını gösteriyor. 

İşte ta o zamanlardan beri Cadılar Bayramı'nın o ürkünçlüğü, eğlenceli kostümleri, hasatı ve bereketi kutluyor olması, şekerleri, oyunları ve tüm gizemlerini çok sevdim. Beni bırakın, tüm dünyada - özellikle Amerika ve İngiltere - insanlar son zamanlarda Cadılar Bayramı için çıldırmış durumda. Cadılar Bayramı'nın ertesi günü aynı filmdeki gibi bir sonraki bayrama 364 kaldığını belirtip gün sayıyorlar, bayram yaklaşınca dans eden iskelet gifleri paylaşıyorlar ve deli gibi yeni makyaj ve kostüm arıyorlar.

The Nightmare Before Christmas'ın baş karakteri, Halloween Town'ın yıldızı Jack Skellington, ya da "Pumpkin King", bu durumla gurur duyardı. Zira onun kasabasında herkes - yani Jack gibi iskeletler, Jack'e aşık Sally gibi bez bebekler, vampirler, cadılar, hayaletler ve daha pek çok ürkünç varlıklar; yıl boyunca Cadılar Bayramı'na hazırlanıyor. Her şeyi olabildiğince korkunç yapmaya çalışıyorlar. Neşeli ve renkli Noel'in tam tersi. Jack, bir gün Christmas Town'ı keşfedince çok hoşuna gidiyor ve kendi kasabasını da Noel'e hazırlanmaya ikna ediyor. Fakat her şey ters gidiyor, çünkü bu doğalarına aykırı. Filmin mesajlarından biri de bu zaten, kendini değiştirmeye çalışmak yerine seni sen yapan özelliklerini öne çıkarmanın gerektiği.



Tim Burton'ın yarattığı ve sonra kendisi gibi başka dark fantasy filmlerine de ilham olacak filmin en önemli özelliklerinden biri, stop motion tekniğiyle çekilmiş olması. Yani tüm karakterler aslında minik birer kukla. Hatta birer değil, tam olarak 227 kukla. Sırf Jack'in farklı yüz ifadelerini yansıtması için bile yaklaşık 400 kafa yapmışlar. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz de filmin evreninin yaratıcısı Tim Burton ile yönetmen Henry Selick'in başında poz verdiği setin ta kendisi! Çok şirin değil mi? İnsan hayretler içinde kalıyor bu film nasıl çekilmiş diye... 



Jack, animasyon filmi crushlarımdan biri. Belki biraz Slenderman fantezisi, biraz ilgiden ve monotonluktan bıkmış, maceracı rockstar havasından. Çok tatlı bir karakter. Biraz egosu yüksek, sabırsız ve kafası karışık ama sonunda doğru yolu buluyor. Bunda kendisine konuşma sesini veren Chris Sarandon'ın ve şarkı sesini veren, ayrıca filmin müziklerinin bestecisi Danny Elfman'ın da çok büyük etkisi var kesinlikle. O kadar iyi oturmuş ki, Jack'in bir hayal ürünü olduğunu düşünmek zor. 

Filmin en sevdiğim final bölümünde Sally ve Jack'in birbirlerine aşklarını itiraf ettikleri şarkıdaki duyguya bakın. Film boyunca tanıklık edemediğimiz Jack'in romantik yönünü görüyoruz. Bazen gerçekten düşünüyorum, film tarihinin en saf ve iç ısıtan romantik sahnelerinin çoğu belki de bu müzikal animasyon filmlerinden çıkıyor, ne dersiniz?



Danny Elfman olmasaydı bu ve bunun gibi pek çok sahne bu kadar büyüleyici olmazdı elbet. Kendisi başta Tim Burton filmleri olmak üzere birçok film ve dizi müziklerinde karşımıza çıkan bir dahi. The Nightmare Before Christmas'ta karakterler nasıl seslendiriliyormuş, Elfman için şarkıları yazma ve yönetme süreci nasıl geçiyormuş, bakın bakalım...



Bu da başka bir Danny Elfman bonusu size: 2014'ün Cadılar Bayramı'nda Nokia Theater'da Elfman, filmin şarkılarını orkestra eşliğinde söylemiş. Hayranlık uyandırıcı... Jack Skellington'ın kostümünü andıran bir takım elbise giymesi de gözden kaçmadı...


Siz de bugünün temasına uyup filmin müziklerini aşağıdan dinleyebilirsiniz. Hatta gaza gelip filmi izleyenlere benden bir avuç dolusu şeker! Bir de unutmadan...Cadılar Bayramınız kutlu olsun!


24 Ekim 2016 Pazartesi

Dünyanın en mutlu eden şarkısı ve birkaç kişisel favori vol.2 - Türkçe versiyon

Konserler, partiler derken en mutlu eden şarkılar yazımın geri kalanını yayımlamak bugüne kaldı. Hani şu hoplatan, zıplatan, yüze salak bir gülümseme getiren şarkılar. İşte beni en mutlu eden şarkılar - ama bu sefer Türkçe olanlar!


1. Mavi - Teoman


Teoman'ın 2001 tarihli Gönülçelen albümünün B yüzünün ilk şarkısı. Akdeniz meltemi altında, güzel bir eylül akşamüstü, sağınız solunuz önünüz arkanız, her yer mavi... Şarkının imzası olan saksafonu da unutmamak lazım. İnsanı sakinleştiren, tatlı bir tembellik ve nostalji hissi veren neşeli bir şarkı. Teoman'ın en sevdiğim şarkılarından.


2. Yine de Seni Seviyorum - Flört


Sözlere düet yaparcasına eşlik eden elektro gitarın çılgınlığından mı dersiniz, duygularını itiraf etme isteğinin verdiği cesaretin hissedildiği sözlerden mi dersiniz bilmiyorum ama bu şarkı çok güzel ya! Flört'ün en neşeli, en hareketli şarkılarından. Play tuşuna basın, hoşlandığınız kişiyi düşünün ve bağıra çağıra "Sevda mı ceza mı, başıma nedir / Bilemiyorum / Yine de seni seviyorum!" deyin.

3. Bu Mudur - Nil Karaibrahimgil


İlk duyduğum anda aşık olduğum, tek kelimeyle sevimli bir şarkı. Yeşilçam filmlerinden kesitlerin bir araya getirildiği şirin klibi, modern zamanlardaki aşkları eleştirip "nerede o eski aşklar?" diyen sözleriyle uyum içinde. O "ne güzeldi"lere eşlik etmek ne güzeldir... Vitamin niyetine dinlenmelidir hayata, aşka karşı bağışıklık düştüğü zaman. 


Bir de bu şarkının akustik versiyonu var ki tadından yenmez:


4. Kara Sevda - Barış Manço


Türkiye'nin en neşeli müzisyenlerinden Barış Manço'nun en neşeli, en gaza getiren şarkılarından biri Kara Sevda. El ele kol kola gezen aşıkların karşısında kendisini Nuh'un Gemisi'nde tek kalmışa benzetmesinde, "Çocukça bir aşk deyip de geçme / Sakın gülme hâlime / Nasıl olduğunu anlayamadım ama / Seviyorum seni delicesine" sözlerinde herkes kendinden bir şey bulabilir değil mi?


5. Yüzsüz Yürek - Kenan Doğulu


Yıllar sonra otobüste birinin kulaklığından duyunca "Ya böyle şirin bir şarkı vardı değil mi?" diye sevindiğim ve tekrar dinlemeye başladığım, pespembe bir şarkı Yüzsük Yürek. Kenan Doğulu'nun on yıl önce çıkardığı Festival albümünün en eğlenceli şarkılarından.


6. Ele Güne Karşı - MFÖ


İlk notaları duyulduğu anda herkesin oynayası geldiği, nakaratına bağıra çağıra, alkışlayarak eşlik ettiği, yılların eskitmediği bir MFÖ şarkısı. Keyifli anların, arkadaşlıkların, karaokelerin vazgeçilmez şarkısı...


17 Ekim 2016 Pazartesi

Filmiyle partisiyle mükemmel bir Beatles gecesi

Beatles'ın turne yıllarına odaklanan Ron Howard yapımı The Beatles: Eight Days A Week - The Touring Years filmini izleyeceğim gün geldi çattı.

Cuma akşamı Beyoğlu Sineması'na girerken arkadaşlarıma "Mendillerinizi hazırladınız mı? Çünkü ağlayabilirim." diyerek takıldım. Biliyordum çünkü, onları dev ekranda gördüğüm an içimdeki fan-girl'ü salacaktım ortaya ve bir duygu patlaması olacaktı.

Oldu da. Ağlamadım ama ağlamadıysam kendimi tuttuğumdandır. Bu belgesel, en azından benim gibi aşırı Beatles hayranı olan biri için, tam evde tek başına oturup iç geçirmeler eşliğinde abuk sabuk sesler çıkararak kendinden geçmelik ve hüngür şakırt ağlamalık.

"Ağlanacak ne var ki?" diyenleri duyar gibiyim. Altı senedir neredeyse her gün dinlediğiniz, tanışmadığınız hâlde içini dışını bildiğiniz ve güçlü bir bağ hissettiğiniz insanları kocaman sinema perdesinde su gibi berrak ses ve görüntü kalitesinde izlemekten bahsediyoruz. Tüm dünyada milyonlarca kişinin benzer duyguları yaşadığını bilmek de bu duygu patlamasına katkıda bulunuyor.

Filmi izleyince bir kez daha anladım ne manyak bir Beatles hayranı olduğumu. İlk kez filmde görüp öğrendiğim şeyler de vardı elbette ama hâlihazırda bildiklerim bunlardan daha fazlaydı. Bir yandan izlerken bir yandan düşünüyordum: "Acaba buradaki izleyicinin kaçı şunu izlemişti, bunu biliyordu? Acaba kaçı benim gibidir?" 

Filmde açlığımı en çok gideren şeyler, grubun daha önce hep siyah beyaz ve düşük kalitede izlediğim görüntüleriydi: Amerika'ya ilk gelişlerindeki esprili basın toplantısı ve konser gibi. Renklendirilmiş ve netleştirilmiş görüntüler sanki dün çekilmiş gibiydi ve izleyicinin Beatles'la çok daha kolay ve rahat bir şekilde bağ kurmasını sağlıyordu.

Aynı şekilde Shea Stadium konseri de öyle. Film biter bitmez 1965 tarihli 30 dakikalık konserin tamamı gösterildi. Jenerik akar akmaz yerinden kalkıp giden seyircileri ayıklayınca gerçek Beatles hayranları - ya da ilgisi yüksek izleyiciler- kaldı. Konserden parçaları Youtube'da izlemiştim ama bu kalitede bir bütün olarak ilk kez sinemada izledim ben de. Allah'ım, iyi ki birileri çekmiş bu görüntüleri, diyor insan. Resmen tarih bu! Seyircinin çılgınlıklarına hayret ediyoruz bir daha ama itiraf edelim, ben de o bağıran kızlardan biri olurdum kesin! Hiçbir şey duymadıkları hâlde Beatles üyelerinin arasındaki uyum da müthiş. Ses o kadar iyi restore edilmişti ki aslında o sırada kendilerinin ve seyircinin hiçbir şeyi doğru düzgün duymadığını hayal etmek imkansızdı.  



Zaten film boyunca siz de Beatlemania'ya bizzat tanıklık ediyorsunuz. O çılgınlığı hissediyorsunuz. Grubun konser alanlarından et kamyonlarına bindirilerek zar zor çıkarıldıklarını, otel odalarında geçen sıkıcı hayatlarını ve anca turne aralarında stüdyoya girince nefes alabildiklerini ve üretebildiklerini görünce "Beatles neden konser vermeyi kesti?" sorusunu sormuş olmaya utanıyorsunuz.

Film, turne kronolojisiyle giderken arada dönemin önemli sosyo-kültürel olaylarını da veriyor. Özellikle siyah-beyaz ırk ayrımının kırıldığı noktalara ve Beatles'ın da bunda bir etkisi olduğuna değiniyor. Whoopi Goldberg, Beatles'ın belli bir rengi olmadığını ve herkese hitap ettiğini; bunun kendisini çok etkilediğini anlatıyor. Grubun Jacksonville'de siyahilerin ve beyazların ayrıldığı bir sahnede konser vermeyi reddedişinin ne kadar önemli bir adım olduğunu görüyoruz - bu olaydan sonra konser alanları bir bir bu ayrımı ortadan kaldırmaya başlamış.

Grubun stüdyo hâllerini ve albümlerini anlatmadan geçmiyor film. Stüdyo kayıtları ve fotoğrafları öyle kurgulanmış ki sanki oradasınız, onların şarkı kaydederken gitgide nasıl geliştiklerini görüyorsunuz. Tomorrow Never Knows kesitine özellikle bayıldım - sanki ben yazıp kaydetmişim şarkıyı gibi koltuklarım kabardı. She Loves You gibi sevgi pıtırcığı bir şarkıdan bu ilk başta anlamsız gelen kaset loopları ve ters gitar soloları dolu deneysel çalışmaya ne ara nasıl geldiler, bir kez daha şaşıyor insan.

Diyorum ya, sanki oğlunuzun ilkokul birinci sınıfa başlayışından üniversite mezuniyetine kadarki dönemini izlemek gibi. Gurur, sevgi, saygı, endişe, umut, hayranlık...bütün duygular bir arada. Nasıl bir grupsa işte böyle sahiplendiriyor kendine, arkadaşım!

Gerek daha önce ortaya çıkmamış görüntüler ve bilgilerle gerek doğru yerde doğru şarkı kullanarak etkileyiciliğini arttırmasıyla gerek neden-sonuç ilişkisini izleyiciye açık ve estetik bir şekilde anlatmasıyla Eight Days A Week gerçekten başarılı bir film. Başta Ron Howard olmak üzere filmde emeği geçen herkese ve tabii ki Beatles'a buradan kocaman bir alkış. Filmekimi kapsamında gösterilen belgeseli kaçıran hayranlar ve müzik meraklıları ne yapıp edip izlemeli derim ben.

Film bitti ama o gece için Beatles macerası bitmedi. Dosdoğru yine Filmekimi'nin düzenlediği ve Salon'da gerçekleşen Beatles partisine gittik. Bu özel partide çeşitli oyuncular ve şarkıcılar Beatles şarkıları söyleyecekti. 



"Hayatına Beatles dokunmuş herkesi bekliyoruz." diye çağrı yapmıştı parti.

Dokunmak ne kelime? Beatles beni elledi, dürttü, sarıldı, öptü, resmen taciz etti! Üzerimde onların izi olmayan bir yer kalmadı.

O yüzden bu partide olmamam imkansızdı.

Tıka basa dolu partinin biletleri çoktan bitmişti. Parti özellikle film gösteriminden hemen sonra başlayacak şekilde plânlanmıştı, biz de ilk konuk Banu Güven ve Önder Focan'ın performansına ucu ucuna yetiştik. Allen Hulsey akustik bir I Want You çaldı, ardından Sena Şener hüzünlü bir Help! söyledi. Çiğdem Erkan Hey Jude'u söyledi, herkes "na-na-na-na" kısmına bağıra çağıra eşlik etti. Onur Özaydın mızıka ve gitarıyla neşeli bir Love Me Do söylerken Selen Öztürk de piyanoda Imagine gitarda I Wanna Hold Your Hand/Twist and Shout ile herkesi coşturdu. Özge Fışkın ise sesine ve tarzına çok yakıştırdığım Don't Let Me Down ve Oh! Darling şarkılarını seçmişti.

Sanırım en hoşuma giden performans, Berk Hakman'ınkiydi. Oyuncu kimliğiyle bildiğimiz Hakman aslında bayağı die-hard Beatles hayranıymış ve multi-instrumentalistmiş. Önce çoğu kişinin bilmediği For No One'ı söyledi piyano başında, hikâyesini de anlatarak. Paul McCartney-Jane Asher ilişkisi... Mest oldum. Ardından gitara geçerek Blackbird ve Here Comes the Sun söyledi. Gitar çalışına mı hayran kalayım sesine mi bilemedim. Gerçekten özel bir performanstı.


Gecenin sürpriz isimlerinden biri Mehmet Güreli, grubuyla ses tarzını George'a çok benzettiğim While My Guitar Gently Weeps'i ve yine çok bilinmeyen bir Paul şarkısı olan You Won't See Me'yi söyledi. Bir de yoğun istek üzerine Kimse Bilmez'i... Bir diğer sürpiz ise Mor ve Ötesi'nden Harun Tekin ve Kerem Özyeğen'di. "Beatles partisi var dediler geldik" diyerek tarzlarına cuk oturan Nowhere Man'i söylediler. Grup olarak 20. yıllarını kutlamalarının şerefine Yardım Et şarkısını söylediler, Dünya Yalan Söylüyor albümünün açılış şarkısını yani... Albümü aldığım günü hatırlıyorum. 12 yıl mı olmuş? 

Canlı performansların ardından Radyo Eksen Session ile biraz dans ettikten sonra geceyi sonlandırdık. Fazla Beatles dolu bir gün olmadı mı, evet kesinlikle. Sıkıldım mı, tabii ki hayır. Aksine, keşke her gün Beatles partisi, filmi ve konseri olsa, insanlar el ele tutuşsa, hayat bayram olsa, all you need is love, etc...



10 Ekim 2016 Pazartesi

Merakla beklenen bir konser: Jakuzi

Birkaç ay önce bir bahar günü bir arkadaşım bana "80'lere götüren bir 2016 işi" diye tanımladığı bir video gönderdi. Bu, Jakuzi adlı bir grubun o zaman fırından yeni çıkmış ve henüz çok az kişi tarafından izlenmiş "Koca Bir Saçmalık" şarkısının klibiydi. Aslında yıllar önce çekilmiş denilse sırıtmayacak, rengarenk, değişik kamera açılarıyla dolu, solistin ifadesizce kameraya bakıp sözlere ağzını oynattığı retro bir klipti. Soundun da aşağı kalır yanı yoktu: insanı kendinden geçiren synthesizerlar, kalın ses tonuyla söylenen samimi sözler... Tame Impala ve Depeche Mode'u andırsa da kendilerine özgü bir sound oluşturdukları belliydi.

Aylar sonra geçtiğimiz cuma akşamı aynı arkadaşımla o, Jakuzi'nin Salon konseri öncesi fotoğraflarını çekmek için soundcheck'in bitmesini beklerken sohbet ediyorduk mekânın önünde. Jakuzi, alternatif/indie müzik sahnesine bomba gibi düşmüştü. Klipten yaklaşık bir ay sonra çıkmış olan albümleri Fantezi Müzik'i tanıtmak için ilk konserlerini tam da onlara yaraşır bir şekilde Arka Oda'da vermişlerdi. Bu konsere gidememiştim ama gitseydim belki yine izleyemezdim çünkü o gece Arka Oda resmen dolup taşmış, insanlar dışarıda kuyruk olmuş Jakuzi'yi izlemek için. İkinci konserlerini de yine kaçırdığım Babylon Soundgarden'da vermişlerdi.

Bu iki mekândan sonra sonunda Salon sahnesini şenlendireceklerini duyunca çok sevindim. Genelde Salon'da çıkacak grupları Salon sayesinde tanırım. Bu yüzden onlarla tanışmam canlı performanslarıyla olur genelde. Jakuzi, bu grupların içinde bir ilkti. Şarkılarını Youtube'dan ve yeni geldikleri Spotify'dan dinliyordum hep aylardır. Doğuşlarına da yükselişlerine de tanıklık etmiştim ki bu çok güzel bir duygu. Üstelik Türk bir grup olduğu için ve etrafımdaki mekânlarda çaldıkları için oldukça ulaşılabilirlerdi. 

Ben hep "grup" dedim ama aslında Jakuzi, kendi tabirleriyle bir "proje". Taner Yücel ve Kutay Soyocak'ın güçlerini birleştirip bütün müzikal ve entelektüel birikimlerini harmanlayıp yarattıkları bir proje. Tam da bu yüzden sahnede kendilerine eşlik eden, Yüzyüzeyken Konuşuruz ve No Land'den tanıdığımız davulcu Can Kalyoncu'yla beraber sadece üç kişiler. Vokal, davul ve bas gitar. Gerisi play tuşu. Bu başta bana da ilginç geldi, synthesizerla bilinen bir grubun canlı performansında synth çalan birinin olmaması. Ama anladığım kadarıyla işin mutfağında yaptıkları müziğin her katmanıyla ve enstrümanıyla bizzat kendileri ilgilendiği ve sahnede de aynı anda birkaç enstrüman çalamayacakları için bu yolu seçmişler. Müziğin bir kısmını, önceden hazırlamış olduğu pasta hamurunu dolaptan çıkarıp üstüne çilekleri ve kremayı döşeyen bir şef gibi icra ediyorlar sahnede.

Çok da başarılı bir sahne. Albümden kat kat daha fazla zevk veriyor canlı izlemek, dinlemek. Teatral bir hava seziliyor sahnede. Beyaz tulumlara bürünmüş Jakuzi. Can Kalyoncu'nun davulunda kırmızı çiçeklerden oluşan bir çelenk var. Taner Yücel bas gitarını çalarken arada gülümsüyor, ne kadar zevk aldığı belli. Albüm kapağındaki gibi BDSM tarzı siyah bir maskeyle sahneye çıkan Kutay Soyocak ise tam bir frontman. Kendine güvenen tavrı ve arada yaptığı küçük danslarla bana ilginç bir şekilde Alex Turner'ı hatırlatıyor. İzleyiciyle etkileşim hâlinde, hatta "Bir Düşmanım Var" şarkısının enstrümental bölümünde en önden bir kızı kapıyor ve dans ediyor. 

Tam bitti derken "Bis geldik" diyerek espriyle sahneye tekrar geliyorlar ve bir değil birkaç şarkı söylüyorlar, biz izleyiciler buna çok seviniyoruz. İzleyici kitlesi oldukça genç. 22 yaşındaki hâlimle ben yaşlı hissediyorum aralarında. Tıka basa dolu. Konser başlamadan önce o kadar dolu değildi, herkes bir anda gelmiş sanki. Üst katlardan sarkanlar, önümde çılgınca dans eden çocuklar, birbirine sarılan çiftler... Hepsinin ortak noktası, Jakuzi'nin insanı kendinden geçirten müziği. 

Benim için gecenin en unutulmaz performansı, "Yine Aynı Şeyi Yaptım" şarkısıydı. Sakin başlayan şarkı sonlara doğru öyle bir ivme aldı ki hem sahnede Jakuzi hem de karşılarında seyirci coştu. Çılgınca dans edip kendimi müziğe mi bıraksam, etrafta kopan insanları mı incelesem yoksa Jakuzi'ye mi odaklansam bilemedim ama kesinlikle çok zevk aldım. Şarkı zaten çok başarılı, synth pop/rock - artık kategorilendirmekte zorlandığım mükemmel bir karışım. Konserde daha da devleşti.

Önce Bandcamp'te sonra kaset formatında ardından da Spotify'da yayımlanan Fantezi Müzik albümü zaten her bir şarkının birbirinden farklı tadlar verişi ama birbiriyle uyumlu oluşu açısından Jakuzi'nin başarısını kanıtlamıştı. Sahne performansları da bir o kadar iyiydi. Test edildi, onaylandı. Hâlâ dinlemediyseniz dinleyiniz, izlemediyseniz takipte kalınız ve en kısa zamanda canlı izleyiniz.

Fotoğraflar, bana Jakuzi'yi tanıtan arkadaşım Burak Şimşek'ten...







3 Ekim 2016 Pazartesi

Dünyanın en mutlu eden şarkısı ve birkaç kişisel favori vol.1

Şarkıların büyülü bir gizemi vardır. Bir insanın başka bir insan üstünde yaratamadığı etkiyi yaratır. Zaman makinesi işlevi görüp bizi ilk aşkımıza, o kasvetli kış gününe ya da bir metro istasyonuna götürebilir; birden ruh hâlimizi değiştirebilir. 

Her şarkı herkeste aynı etkiyi yaratmaz ama bazı şarkılar vardır ki neredeyse bütün dünya benzer duyguları hisseder dinleyince. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde sıkça duyduğumuz ve adı gibi insanları mutlu eden (ve bazılarına da gına getiren) Pharell Williams'ın Happy şarkısı gibi mesela.

Ama University of Missouri'nin yaptığı bir araştırmaya göre, insanları en çok mutlu eden şarkı...dın dın dın: Queen'in Don't Stop Me Now şarkısı.

Katılmıyor olabilirsiniz ama kabul edin ki bir insanın bu şarkıyı dinleyip üzgün ya da sinirli hissetmesi çok düşük ihtimal. "İşte dünyanın en mutlu eden şarkısı" başlıklı habere tıkladığım an içimden geçmişti bu şarkı. Benim de çok sevdiğim bir şarkı. Ne zaman shuffleda denk gelse acayip gaza geldiğim, motive olduğum, hayali mikrofonuma ağzımı oynatıp Freddie Mercury triplerine girdiğim bir şarkı. Araştırmaya bakılırsa yalnız değilim.

Araştırmacılar 50 yıllık zaman dilimi içindeki 126 şarkıyı incelemişler, bunları da 2.000 kişilik İngiliz bir gruba en sevdikleri şarkıları sorup bulmuşlar. Katılımcıların üçte ikisi, Don't Stop Me Now'ın en sevdikleri şarkı olduğunu söyleyince araştırmacılar bu şarkının ritmini, notalarını ve şarkı sözlerini inceleyip bir "mutlu şarkı" formülü çıkarmışlar. Örneğin iyi hissettiren bir şarkının temposu, sıradan pop şarkıların temposundan biraz daha yüksekmiş, tıpkı Don't Stop Me Now'daki gibi. Buna bir de gaza getiren sözler, Freddie'nin olağanüstü vokali ve enerjik piyano, gitar ve davul eklenince bize de şarkıyı dinleyip mutlu olmak düşüyor.

Google'ın 2011'de Freddie Mercury'nin doğum gününü kutlama maksadıyla yaptığı doodleda da bu şarkı kullanılmıştı ve ortaya en efsane doodlelardan biri çıkmıştı. Kaçırdıysanız bu vesileyle buraya bırakayım:



En sevdiğiniz şarkıların sizi en mutlu eden şarkılar olması gerekmez. Bir şarkı size umut verebilir, hüzünlendirebilir, coşturabilir hatta anlam veremediğiniz hisler yaşamanıza sebep olabilir. Bu şarkıları seversiniz. Bu, biraz şarkıların yapılarıyla ilgilidir biraz da kişisel deneyimlerle. Ama sadece belli başlı şarkılar size saf mutluluk hissettirebilir. 

Yani tam anlamıyla mutlu eden; şarkının ilk notasını duyduğunuz anda içinize bir sıcaklık kaplatan, yüzünüze aptal bir gülümseme konduran, dansa davet eden ve eşlik etmeye engel olamadığınız şarkılar. 

Bu araştırma bana, beni en mutlu hissettiren şarkıların ne olduğunu sorgulattı. Meğer ne çok şarkı varmış beni roketle bulutların üstüne çıkaran. Bir liste yaptım. İşte beni en çok mutlu eden şarkılar- göz atın, belki sizin gününüzü de mutlu ederler: 


1. Beatles üçlüsü - I Want to Hold Your Hand, I've Just Seen A Face, Hello, Goodbye


Hemen gözünüzü devirmeyin, öyle bir gruptan bahsediyoruz ki en sevdiğim grup diye demiyorum ama bilimsel olarak da onaylanmış şarkılarının insanları çok mutlu ettiği. Öyle ya, neden şarkıları en bilinen, dinlenen ve sevilen şarkılar arasında? Çünkü insanı mutlu ediyor. İnsanın tekrar tekrar dinleyesi geliyor. Bir şarkı neden dinlenir? Belli duygular hissettirdiği için ve bu duygu hep mutluluk olur genelde. 

Evet favori grubumu kayırdım ve üç şarkıyla birden bu listeye soktum. Bu kadar eleyebildiğime dua edin.

I Want to Hold Your Hand temposu, vokalleri ve teknik olarak anlama mertebesine erişemediğim müzikal yapısı sayesinde beni çok mutlu ediyor. Ed Sullivan Show'da bu şarkıyla milyonların karşısına çıktıklarında neden bu kadar olay oldu sanıyorsunuz? Tamam, çok çekiciler ama şarkı berbat olsaydı asla bu kadar sevilmezlerdi. Baksanıza, seyirci nasıl mutluluktan delirircesine izliyor. Grubun kendisi bile gülümsüyor şarkıyı söylerken. Ben bile ekranın arkasında gülümsüyorum şu anda.


İster Paul McCartney'nin Wings ile söylediği bu performansı izleyin, ister Beatles albümünden dinleyin, ister Across the Universe filmindeki versiyonla coşun; I've Just Seen A Face'i dinleyip mutlu hissetmemenize imkan yok. O kadar şirin bir şarkı yani.


Beatles'ın en eğlenceli şarkılarından Hello, Goodbye. Kendileri bile ne kadar eğleniyor şu su gibi berrak HD kaliteli klipte.

2. For Once In My Life - Stevie Wonder


Bu şarkı bir renk olsaydı pembe olurdu. Monster-in-Law filminin jeneriği sayesinde tanıştığım ve Begin Again filminin çok tatlı bir sahnesinde yer almasıyla bir kez daha gönlümü fetheden şarkı, Stevie Wonder'ın bir şaheseri. Henüz "o" kişiyle tanışmamış olsanız da acının sizi üzmesine yer yer izin veriyorsanız da bu 3 dakikada "mış gibi" yapabilirsiniz, birkaç kere dinledikten sonra gerçek olduğuna inanabilirsiniz bile.


3. The Way You Make Me Feel - Michael Jackson


Michael Jackson'ın annesinin "biraz şöyle neşeli ritmli bir şarkı yapsan" diyerek Michael'a ilham verdiği şarkının rengi ise "dreamy" bir mavi-mor. Tıpkı şarkının klibinde Michael'ın giydiği gömlek gibi. Kız kaçar Michael kovalar temalı kliplerin en güzeli belki de. Kim istemez ki klipteki esas kız Tatiana Thumbzten'ın yerinde olmayı? Şarkıyı ilk duyduğu an insanın dans edesi geliyor. Şarkının her bir notasından çiçekler çıkıyor sanki.


4. Locked Out of Heaven - Bruno Mars


Hiç Bruno Mars'sız bir mutlu şarkı listesi olur mu? Adamın en hüzünlü şarkıları bile mutlu ediyor sanki. Ama benim en çok dinlediğim ve eğlendiğim şarkısı Locked Out of Heaven. Şarkı o kadar neşeli ve "upbeat" ki ilk dinlediğimde "Cause your sex takes me to paradise" sözlerini duyduğumda şaşırmıştım bayağı. Eğlenceli şarkılar içinde seksle ilgili sözler duymaya alışık değiliz ama söyleyen Bruno Mars olunca o, ilişkilerine methiyeler dizeduruyor biz de kendimizi neşeli ritme kaptırıp zıplıyoruz işte.


5. Jumpin' Jack Flash - The Rolling Stones


Üniversite sınavı günü sabah hazırlanırken bu şarkıyı dinliyordum ve aynanın karşısında "But it's aaaalriiight now, in fact it's a gas!" diye şarkı söylüyordum - gaza getiriş seviyesini tahmin edin artık. O zamanlardan beri ne zaman biraz cesarete ve eğlenceye ihtiyacım olsa bu şarkıyı açıyorum ve mutluluk seviyem %1000 artıyor. Klibi izliyorsam daha da iyi. Şarkının bıraktığı etkiyi Mick'in klibin sonundaki dans edişi benden daha iyi anlatabilir sanırım.


6. Take It As It Comes - The Doors


The Doors'un felsefik mi felsefik, saykodelik mi saykodelik şarkısı. Tam bir 1967. Kısa ama öz. Rahat ol, yavaş git, oluruna bırak, hayatı yaşa diyor. Şarkının girişi, yavaşlayıp hızlandığı yerler, Ray Manzarek'in Bach'tan esinlendiği ama kimi Türk hayranlara göre oynak düğün danslarını hatırlatan klavye solosu... Hepsi ayrı gaza getiriyor.


7. Good Vibrations - The Beach Boys


Geçen yazımda da bahsetmiştim. Bu şarkı bir devrim. Gün batımı. Umut. Heyecan. Sözlerin naifliği, armonilerin mükemmel uyumu ve şarkının değişken ritmleri... Ah, bir de o electro-theremin...

Çoğu şarkısında bir tutam hüzün de olsa, Beach Boys sanırım en mutlu şarkıları yazan grupların başında geliyor Beatles'la beraber. Good Vibrations da ben dahil birçok insanı en mutlu eden şarkılardan. Yukarıda bahsettiğim araştırmada da ilk 5'in içinde.


8. I Want You - Bob Dylan


Last.fm'in yalancısıyım, şu ana kadar en çok dinlediğim şarkı açık ara bu. Last.fm hesabı aldığımdan beri, yani yaklaşık 2 yıldır, 193 kez dinlemişim. Keşfettiğimde bir bağımlı gibi loop'a ala ala dinlediğim günleri hatırlıyorum. Dylan'ın en güzel albümü Blonde on Blonde'un en güzel şarkısı bence I Want You. Hatta belki de tüm zamanların en iyi şarkısı. Bilemiyorum, çok dinlediysem bir sebebi olmalı. Bu şarkıda bir şey var.

Dylan yine hikâyesini anlatıyor, nakaratta da açıkça ve basitçe "seni istiyorum" diyor. Yalvarmıyor, emretmiyor; sadece söylüyor. Tempo, büyüleyici piyano ve armonika da ona eşlik ediyor. 

Klip, Dylan'ın hayatından esinlenilen I'm Not There filminden. Heath Ledger ve Charlotte Gainsbourg'lu bir görsel şölen.


Ama bu liste yetmedi. Hiç Türkçe şarkı yok mu seni mutlu eden, diye soracak olursanız... Var tabii, onları da haftaya yazsam nasıl olur?