17 Ekim 2016 Pazartesi

Filmiyle partisiyle mükemmel bir Beatles gecesi

Beatles'ın turne yıllarına odaklanan Ron Howard yapımı The Beatles: Eight Days A Week - The Touring Years filmini izleyeceğim gün geldi çattı.

Cuma akşamı Beyoğlu Sineması'na girerken arkadaşlarıma "Mendillerinizi hazırladınız mı? Çünkü ağlayabilirim." diyerek takıldım. Biliyordum çünkü, onları dev ekranda gördüğüm an içimdeki fan-girl'ü salacaktım ortaya ve bir duygu patlaması olacaktı.

Oldu da. Ağlamadım ama ağlamadıysam kendimi tuttuğumdandır. Bu belgesel, en azından benim gibi aşırı Beatles hayranı olan biri için, tam evde tek başına oturup iç geçirmeler eşliğinde abuk sabuk sesler çıkararak kendinden geçmelik ve hüngür şakırt ağlamalık.

"Ağlanacak ne var ki?" diyenleri duyar gibiyim. Altı senedir neredeyse her gün dinlediğiniz, tanışmadığınız hâlde içini dışını bildiğiniz ve güçlü bir bağ hissettiğiniz insanları kocaman sinema perdesinde su gibi berrak ses ve görüntü kalitesinde izlemekten bahsediyoruz. Tüm dünyada milyonlarca kişinin benzer duyguları yaşadığını bilmek de bu duygu patlamasına katkıda bulunuyor.

Filmi izleyince bir kez daha anladım ne manyak bir Beatles hayranı olduğumu. İlk kez filmde görüp öğrendiğim şeyler de vardı elbette ama hâlihazırda bildiklerim bunlardan daha fazlaydı. Bir yandan izlerken bir yandan düşünüyordum: "Acaba buradaki izleyicinin kaçı şunu izlemişti, bunu biliyordu? Acaba kaçı benim gibidir?" 

Filmde açlığımı en çok gideren şeyler, grubun daha önce hep siyah beyaz ve düşük kalitede izlediğim görüntüleriydi: Amerika'ya ilk gelişlerindeki esprili basın toplantısı ve konser gibi. Renklendirilmiş ve netleştirilmiş görüntüler sanki dün çekilmiş gibiydi ve izleyicinin Beatles'la çok daha kolay ve rahat bir şekilde bağ kurmasını sağlıyordu.

Aynı şekilde Shea Stadium konseri de öyle. Film biter bitmez 1965 tarihli 30 dakikalık konserin tamamı gösterildi. Jenerik akar akmaz yerinden kalkıp giden seyircileri ayıklayınca gerçek Beatles hayranları - ya da ilgisi yüksek izleyiciler- kaldı. Konserden parçaları Youtube'da izlemiştim ama bu kalitede bir bütün olarak ilk kez sinemada izledim ben de. Allah'ım, iyi ki birileri çekmiş bu görüntüleri, diyor insan. Resmen tarih bu! Seyircinin çılgınlıklarına hayret ediyoruz bir daha ama itiraf edelim, ben de o bağıran kızlardan biri olurdum kesin! Hiçbir şey duymadıkları hâlde Beatles üyelerinin arasındaki uyum da müthiş. Ses o kadar iyi restore edilmişti ki aslında o sırada kendilerinin ve seyircinin hiçbir şeyi doğru düzgün duymadığını hayal etmek imkansızdı.  



Zaten film boyunca siz de Beatlemania'ya bizzat tanıklık ediyorsunuz. O çılgınlığı hissediyorsunuz. Grubun konser alanlarından et kamyonlarına bindirilerek zar zor çıkarıldıklarını, otel odalarında geçen sıkıcı hayatlarını ve anca turne aralarında stüdyoya girince nefes alabildiklerini ve üretebildiklerini görünce "Beatles neden konser vermeyi kesti?" sorusunu sormuş olmaya utanıyorsunuz.

Film, turne kronolojisiyle giderken arada dönemin önemli sosyo-kültürel olaylarını da veriyor. Özellikle siyah-beyaz ırk ayrımının kırıldığı noktalara ve Beatles'ın da bunda bir etkisi olduğuna değiniyor. Whoopi Goldberg, Beatles'ın belli bir rengi olmadığını ve herkese hitap ettiğini; bunun kendisini çok etkilediğini anlatıyor. Grubun Jacksonville'de siyahilerin ve beyazların ayrıldığı bir sahnede konser vermeyi reddedişinin ne kadar önemli bir adım olduğunu görüyoruz - bu olaydan sonra konser alanları bir bir bu ayrımı ortadan kaldırmaya başlamış.

Grubun stüdyo hâllerini ve albümlerini anlatmadan geçmiyor film. Stüdyo kayıtları ve fotoğrafları öyle kurgulanmış ki sanki oradasınız, onların şarkı kaydederken gitgide nasıl geliştiklerini görüyorsunuz. Tomorrow Never Knows kesitine özellikle bayıldım - sanki ben yazıp kaydetmişim şarkıyı gibi koltuklarım kabardı. She Loves You gibi sevgi pıtırcığı bir şarkıdan bu ilk başta anlamsız gelen kaset loopları ve ters gitar soloları dolu deneysel çalışmaya ne ara nasıl geldiler, bir kez daha şaşıyor insan.

Diyorum ya, sanki oğlunuzun ilkokul birinci sınıfa başlayışından üniversite mezuniyetine kadarki dönemini izlemek gibi. Gurur, sevgi, saygı, endişe, umut, hayranlık...bütün duygular bir arada. Nasıl bir grupsa işte böyle sahiplendiriyor kendine, arkadaşım!

Gerek daha önce ortaya çıkmamış görüntüler ve bilgilerle gerek doğru yerde doğru şarkı kullanarak etkileyiciliğini arttırmasıyla gerek neden-sonuç ilişkisini izleyiciye açık ve estetik bir şekilde anlatmasıyla Eight Days A Week gerçekten başarılı bir film. Başta Ron Howard olmak üzere filmde emeği geçen herkese ve tabii ki Beatles'a buradan kocaman bir alkış. Filmekimi kapsamında gösterilen belgeseli kaçıran hayranlar ve müzik meraklıları ne yapıp edip izlemeli derim ben.

Film bitti ama o gece için Beatles macerası bitmedi. Dosdoğru yine Filmekimi'nin düzenlediği ve Salon'da gerçekleşen Beatles partisine gittik. Bu özel partide çeşitli oyuncular ve şarkıcılar Beatles şarkıları söyleyecekti. 



"Hayatına Beatles dokunmuş herkesi bekliyoruz." diye çağrı yapmıştı parti.

Dokunmak ne kelime? Beatles beni elledi, dürttü, sarıldı, öptü, resmen taciz etti! Üzerimde onların izi olmayan bir yer kalmadı.

O yüzden bu partide olmamam imkansızdı.

Tıka basa dolu partinin biletleri çoktan bitmişti. Parti özellikle film gösteriminden hemen sonra başlayacak şekilde plânlanmıştı, biz de ilk konuk Banu Güven ve Önder Focan'ın performansına ucu ucuna yetiştik. Allen Hulsey akustik bir I Want You çaldı, ardından Sena Şener hüzünlü bir Help! söyledi. Çiğdem Erkan Hey Jude'u söyledi, herkes "na-na-na-na" kısmına bağıra çağıra eşlik etti. Onur Özaydın mızıka ve gitarıyla neşeli bir Love Me Do söylerken Selen Öztürk de piyanoda Imagine gitarda I Wanna Hold Your Hand/Twist and Shout ile herkesi coşturdu. Özge Fışkın ise sesine ve tarzına çok yakıştırdığım Don't Let Me Down ve Oh! Darling şarkılarını seçmişti.

Sanırım en hoşuma giden performans, Berk Hakman'ınkiydi. Oyuncu kimliğiyle bildiğimiz Hakman aslında bayağı die-hard Beatles hayranıymış ve multi-instrumentalistmiş. Önce çoğu kişinin bilmediği For No One'ı söyledi piyano başında, hikâyesini de anlatarak. Paul McCartney-Jane Asher ilişkisi... Mest oldum. Ardından gitara geçerek Blackbird ve Here Comes the Sun söyledi. Gitar çalışına mı hayran kalayım sesine mi bilemedim. Gerçekten özel bir performanstı.


Gecenin sürpriz isimlerinden biri Mehmet Güreli, grubuyla ses tarzını George'a çok benzettiğim While My Guitar Gently Weeps'i ve yine çok bilinmeyen bir Paul şarkısı olan You Won't See Me'yi söyledi. Bir de yoğun istek üzerine Kimse Bilmez'i... Bir diğer sürpiz ise Mor ve Ötesi'nden Harun Tekin ve Kerem Özyeğen'di. "Beatles partisi var dediler geldik" diyerek tarzlarına cuk oturan Nowhere Man'i söylediler. Grup olarak 20. yıllarını kutlamalarının şerefine Yardım Et şarkısını söylediler, Dünya Yalan Söylüyor albümünün açılış şarkısını yani... Albümü aldığım günü hatırlıyorum. 12 yıl mı olmuş? 

Canlı performansların ardından Radyo Eksen Session ile biraz dans ettikten sonra geceyi sonlandırdık. Fazla Beatles dolu bir gün olmadı mı, evet kesinlikle. Sıkıldım mı, tabii ki hayır. Aksine, keşke her gün Beatles partisi, filmi ve konseri olsa, insanlar el ele tutuşsa, hayat bayram olsa, all you need is love, etc...



2 yorum:

  1. Konul Karimova17 Ekim 2016 12:45

    Gitmis kadar oldum! :) Cok guzel bir yazi olmus, eline ve tabi ki de gonlune saglik.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim canım, önümüzdeki etkinliklerde görüşmek üzere ;)

      Sil