18 Nisan 2016 Pazartesi

Midnight Ramblers: Altın çağın groupieleriyle tanışın


Aslında blogumu açmadan önce de aklımda hep vardı groupieleri yazmak. Geçenlerde İngiliz bağımsız moda dergisi Dazed and Confused'un web sitesinde dolaşırken rastladığım Midnight Ramblers adlı kısa film de bu konuya giriş yapmak için fazlasıyla uygun olabilir. İsmini Rolling Stones'un Midnight Rambler şarkısından alan ve Wiissa'nın çektiği kısa film, rock müziğin altın dönemi sayılan 60'larda ve 70'lerde rock yıldızlarını etkileyen ilham perilerinin, stil ikonlarının ve artistlerin rüya gibi hayatlarını yeniden hayal ediyor. 

Rüya gibi derken her anlamıyla mükemmel bir dünyadan bahsetmiyorum. Belki de bizim hep hayal ettiğimiz ama hiçbir zaman yaşayamayacağımız şeyleri yaşamış olsalar da aynı zamanda en büyük kalp kırıklıklarını ve kayıpları yaşamış kişilerdir groupieler. 

Peki tam olarak kim bu groupieler? Türkçe'ye çevirmekte bir hayli zorlanacağımız groupieler basitçe müziğin ve müziği yapan insanların bir numaralı hayranları. Müziğin başlangıcından günümüze kadar hep varlardı ama en çok 60'lı ve 70'li yıllarla özdeşleştiler ve bu altın çağın perde arkasında, daha doğrusu sahne arkasında, "backstage pass"leriyle amfilerin üstüne oturup yapılan en güzel müziği dinlediler, rock yıldızlarını izlediler. Onlar, ilk grup tişörtlerini giyen kişiler. Yeni çıkan bir albümdeki, belki içlerinden biri veya birkaçı kendileri için yazılmış, şarkıları ilk dinleyenler. Odalarına müzisyenlerin posterlerini asan, günlüklerine bu müzisyenlerle yaşadıklarını döken, hatta bu günlüklerden kitap yapanlar. Bit pazarlarından vintage kıyafetler bulup giyen, rock yıldızlarına da birkaç moda tavsiyesi verenler. En çılgın makyajları hem kendilerine hem de Alice Cooper gibi çılgın müzisyenlere yapanlar. 

Onlar sahne önünde, sahne arkasında, müzik stüdyosunda, müzisyenlerin yatak odalarında. Ama esas olay, müzisyenlerle yatmak değil. Tabii ki olursa "neden olmasın?", ama gerçek bir groupielik; kaç rock yıldızıyla yattığının sayısını tutmak değil - hoş, öyle yapanlar da var ama onlar başka bir hikaye. Amaç; başka hiçbir şeyden alamadığın hazzı yaratan insanları yakından tanımak, onlarla bağ kurmak ve sadece eğlenmek. Bu eğlence ister bir konser çıkışı müzisyenlerle içmek olsun, ister o özgüven fışkıran yıldızların sahne ışıklarından uzakta en kırılgan hallerini görmek ve onları dinlemek olsun, ister de evet, onlarla yatmak olsun. 

Bütün bunları nereden biliyorsun, diyeceksiniz. Altın çağın rock müzisyenlerine büyük derecede hayranlık besleyince ve hayatlarını bazen bir akademisyen titizliğiyle araştırmaya başlayınca, groupielerin karşıma çıkmaması imkansız oldu. Bu yıldızların giydikleri bir kıyafetin, yazdıkları bir şarkıdaki karakterin sahiplerini öğrenince bu kişileri de araştırmamak olmazdı. Gördüm ki groupieler hayatlarını anlattıkları kitaplar yazmış, filmlere konu olmuş, hakkında belgeseller çekilmiş. Onları yakından tanıdıkça hayatlarına imrenmemek imkansız. Yani Tanrı aşkına, kim istemez ki alt katından gelen ve daha piyasaya çıkmamış ama geçen gün barda canlı dinlediği The Doors'un The End şarkısını duyup "kim çalıyor bunu" diye aşağı inince Jim Morrison'la karşı karşıya gelmeyi! Doğru zamanda, doğru yerde olmak bu olsa gerek. 

Elbette tamamen toz pembe bir dünya yaşıyorlardı diyemeyiz. O dönemin groupielerine bakarsak kimi bu hayatı bırakıp inzivaya çekildi, kimi rock yıldızlarından biriyle evlendi ya da menajeri oldu fakat karanlık tarafa düşenler de oldu: fazla hızlı ve tehlikeli yaşayıp genç yaşta hayatını kaybedenler. Hem fiziksel hem ruhsal olarak incelediğimizde aslında -her ne kadar kendi istekleriyle seçmiş olsalar da- zor bir hayatları olduğunu görebiliriz. Düşünün, bir müzisyene çok bağlanıyorsunuz ama sadece sizin şehrinize geldiğinde görüşebiliyorsunuz onunla, çünkü hep turda ya da evli. İster istemez bağlanmamaya çalışıyorsunuz ama derinlerde onlardan biriyle yuva kurup sakin bir hayat yaşamak istiyorsunuz.  Uyuşturucu ve diğer kötü alışkanlıklara girmiyorum bile, o dönemi hasarsız atlatanlara şaşırıyorum.

Groupieler, sürtük değil. Yıldız avcısı değil. Çok sevdikleri müzik için oradalar: o müziği üretenleri tanımak ve onlarla takılmak için. Ayrıntılar da groupieye ve rock yıldızına göre değişir: genelleme yapmak doğru olmaz. Ama groupieleri "rock yıldızlarıyla yatan kızlar" diye tanımlamak çok yanlış olur. Onlar müziği çok seven ve müzisyenlere yeri geldiğinde anne, kız kardeş veya sevgili olabilen, aslında sizin benim gibi insanlar - sadece birlikte oldukları insanlar fazla yaratıcı ve ünlü.

Burada Pamela Des Barres'a kulak vermek lazım - kendisi demin bahsettiğim olayda Jim Morrison'la karşılan kişi ve hayatı boyunca groupie kelimesini ayrıntılandırmaya çalışıp kavramın itibarını düzeltmeye çalışan "groupielerin kraliçesi":

"Onlardan ilham aldığımız kadar biz de onlara ilham veriyorduk. Çok eşitti. Bizi seviyorlardı çünkü eğlenmek için cesaretimiz vardı. Onlara bakıyorduk, kıyafetlerini seçiyorduk ve gidilecek en iyi restoranları gösteriyorduk."

Pamela Des Barres'ın hayatı, kitapları ve belgeselleri hakkında ayrıca yazılar yazacağım. Ama şimdilik, Pamela'nın I'm With The Band kitabından esinlenen Wiissa'nın çektiği bu güzel kısa filme bakarak o dönemi bir an için gözünüzün önüne getirebilirsiniz. Ben ilk izlediğimde kızları gerçekten modern groupieler sandım, o kadar inandırıcılardı. Aslında hepsi model ama başarılı bir sytlingle; kürk montları, mini etekleri, platform topukluları ve minik boncuklu göz makyajlarıyla adeta 60'lı ve 70'li yıllardan fırlamış groupieler gibiler. Bahsettikleri şeylere kulak verin, bu yazıda anlatmaya çalıştığım şeylerin hayat bulmuş hâlini izleyince daha da iyi anlayacaksınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder