8 Ağustos 2016 Pazartesi

Beatles'ın dönüm noktası albümü Revolver, 50. yılını kutluyor


Birkaç gün önce, 5 Ağustos'ta, Beatles'ın Revolver albümünün çıkışı üzerinden 50 yıl geçtiğini, sosyal medyada Beatles ile ilgili takip ettiğim hesaplarda #RevolverTurns50 hashtagini görüp öğrendiğimde sanki çok sevdiğim bir arkadaşımın, aile ferdinin ya da sevgilimin doğum günüymüş gibi sevindim.

Revolver albümünü ilk dinleyişimin üstünden 4 yıl geçmiş. Hatırlıyorum, CD'sini almıştım- eh, henüz plak işine girmemiş biri olarak CD mp3'lere kıyasla çok daha hoşlandığım, hatta gözümde nostaljik olmaya başlamış bir format. Birkaç ay önce Beatles'ın Spotify'a gelişiyle açıkçası çok da dinlemediğim CD'mi tozlu raftan çıkarıp dinledim 5 Ağustos'ta 50. yılın şerefine.

50 yıl... Boru mu! Bu kadar efsane bir albümün 50. yılı bir blog yazısını hak ediyor diye düşündüm ve işte yazıyorum.

"Neden efsane?" diyeceksiniz, özellikle Beatles'ı çok tanımayanlar. Şöyle ki, 1966 yılını müzik açısından en bereketli yapan albümlerden biridir Revolver. Yaş ve etki olarak Bob Dylan'ın Blonde on Blonde'u ve Beach Boys'un Pet Sounds'u ile eş diyebiliriz. Bir yandan da 13th Floor Elevators, Iron Butterfly gibi saykodelik grupların ortaya çıktığı, Rolling Stones'un Aftermath albümünün single'ı Paint It Black şarkısıyla sıradan bir pop grubu olduğu tezini çürüttüğü bir yıl 1966. 

1966, "60'lar" için bir dönüm noktası oldu. Uyuşturucu kullanımının artması, müzikte bir değişiklik ve yenilik arama çabası ve dünya çapında gergin siyasi ortam; müzisyenleri deneyselliğe itti. Şarkılar, birbirine benzememeye başladı. Ama ironik olarak bir yandan da "konsept albüm" kavramı ortaya çıktı. Beach Boys'un Pet Sounds albümü bunun ilk örneği diyebiliriz, ondan etkilenen Beatles da konsept albümlerin babası olarak bir sonraki sene Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band'i çıkarmıştır. 

Zaten Beatles ile Beach Boys birbirinden çok etkilenmiştir. Örneğin Pet Sounds albümünden God Only Knows şarkısı, Paul McCartney'nin en etkilendiği şarkılardandır, her dinlediğinde gözü yaşlanırmış. Revolver'da da Pet Sounds'un etkilerini görebiliriz. E, Pet Sounds da Brian Wilson'ın Beatles'ın bir önceki albümü Rubber Soul'u aşma çabasıydı zaten. Gördüğünüz gibi bu tatlı rekabet, günümüzdeki gibi şarkılarda birbirine küfür edip sansasyon çabası yaratmanın çok ötesinde; hep iyi, daha iyi müzik yapma çabası üzerine kuruluydu.

Dönelim tekrar Revolver'a... Beatles'ın Hamburg günlerinden tanıdığı artist Klaus Voormann'ın kapağını tasarladığı albüm aslında George Harrison'ın dediği gibi, 1965 tarihli Rubber Soul albümünün devamı niteliğinde gibi. Beatles artık hem söz hem müzik olarak daha kompleks yapılar oluşturmaktaydı. Stüdyoda gece yarılarına kadar kalmalar, sabahlamalar başlamıştı. Elbette uyuşturucu da...

Tersten giriş yaparsak albümün son iki şarkısı, Paul'un Got to Get You into My Life'ı ve John'un Tomorrow Never Knows'u da uyuşturucu etkisiyle yazılmıştır. İlk dinleyişte, yeni aşık olduğu bir kıza yazılmış gibi duran Got to Get You into My Life aslında Paul'un yıllar sonra biyografisinde itiraf ettiği gibi uyuşturucu için yazmış.

Albümün son şarkısı Tomorrow Never Knows da eminim ilk dinleyişimde beni bile çok şaşırttıysa 1966'da albümü dinleyenleri ne kadar şaşırtmıştır. "Turn on, tune in, drop out" felsefesiyle özdeşleşen LSD gurusu Timothy Leary'den ve Tibetan Book of the Dead kitabından etkilenen Lennon, "listen to the color of your dreams" gibi sürrealist sözlerle süslemiştir şarkıyı. Beatles'ın tüm elemanları da hızıyla oynanmış kaset loopları, tersten çalınıyor gibi gelen gitar soloları, sitar ve tamburalar ve Ringo'nun albüm genelinde de çok övülen bateri çalışı ile şarkıya muazzam bir katkıda bulunmuştur. Bu kayıt teknikleriyle Beatles, kesinlikle başka bir boyuta, zamanın ötesine geçmiştir.

Albümün diğer incileri de en az Tomorrow Never Knows kadar heyecan vericidir. İngiliz hükümetinin aldığı vergilere laf eden ve kısa ama öz, mükemmel bir Paul gitar solosu barındıran açılış şarkısı Taxman, Hint ezgileriyle ve felsefesiyle bezenmiş, dinlerken "Bir dakika ya, Beatles mı bu?" diye tepki verilebilecek Love You To ve platonik aşk yaşayanları tam kalbinden vuracak I Want to Tell You, George Harrison'ın Lennon-McCartney gölgesinden çıktığını işaret eden şarkılardır. I'm Only Sleeping ile John'un tembelliğine katılıp rüyalara dalarız, bir yandan da George'dan bir "backwards guitar solo" dinleriz ki bu devrimsel bir olaydır müzik tarihinde. 

Ağırlıklı olarak Paul'un yazdığı şarkıları incelersek, bir dönem alarm müziğim olan Good Day Sunshine, ismi gibi güneşli, pozitif ve klasik bir McCartney şarkısıdır. John'un en sevdiği Paul şarkılarından olan, romantizmin doruklarına çıkmış Here, There and Everywhere de artık karşısındaki kişiyi tanımadığını dile getiren acı-tatlı For No One da Paul'un o dönemki sevgilisi Jane Asher ile inişli çıkışlı ilişkilerinin esintilerini taşır. Yaylı çalgılar ve vokaller dışında başka bir enstrüman bulundurmayan ve yalnız insanları sofistike sözlerle anlatan Eleanor Rigby ise yine Paul'un en meşhur eserlerindendir. Rock müziği başka boyuta taşıyan bir şarkıdır kesinlikle.

Yellow Submarine ise Paul'un aklına tam uykuya dalarken gelen bir şarkıdır. Ringo Starr'ın söylemesi için bir çocuk şarkısı yazmıştır ama bir çocuk şarkısından çok ötedir Yellow Submarine. 7'den 70'e herkesin neşeyle eşlik edeceği, tatlı mı tatlı bir şarkıdır. Üstelik şarkıdaki ses efektleriyle kendinizi gerçekten denizaltında hissedersiniz. Bu ses efektleri de tamamen doğal bir şekilde yaratılmıştır: Beatles'ın şoförü Alf, depodan bulduğu zincirleri sallar, John su dolu bir bardağa pipetle üfleyerek baloncuk sesi çıkarır...vs. İki buçuk sene sonra bu şarkıdan esinlenerek bir animasyon filmi çeker Beatles.

Doctor Robert, yine Timothy Leary'den esinlenilmiş bir şarkıdır. And Your Bird Can Sing'i dinledikten sonra Anthology versiyonunda kafaları güzel olan ve durmadan kıkırdayan Beatles versiyonunu da mutlaka dinlemenizi öneririm. Her dinlediğimde beni de gülümsetir. Beatles ile stüdyoda olmanın nasıl bir duygu olacağı hakkında küçük bir fikir veriyor.

Albümün başka bir şarkısı She Said She Said'in ilginç bir hikayesi var. 1965 yazında Beverley Hills, California'da bir ev düşünün. İçinde Beatles, Byrds ve oyuncu Peter Fonda biraz rahatlamak ve eğlenmek için uyuşturucu alıyorlar. Kötü bir trip geçiren George Harrison'ı rahatlatmak için Peter Fonda, kurşun yarasını gösteriyor ve ölümün nasıl bir şey olduğunu bildiğini söylüyor. "I know what it's like to be dead." Tabii ki bu rahatlamaca ters tepiyor. John, Peter'a susmasını, şu anda ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmek istemediklerini söylüyor. "You're making me feel like I've never been born."

50 yıl sonra bu hikayeler ve kayıt teknikleri hala araştırılıp takdir ediliyorsa... Albüm hala defalarca dinleniyorsa... Çıkış tarihinden yıllar sonra doğup büyüyenleri bile etkiliyor ve şaşırtıyorsa... Bir sürü eleştirmen, müzisyen ve hayran bu albümü gelmiş geçmiş en iyi ve etkileyici albümler arasına koyuyorsa...

Bu albüm gerçekten efsanedir, demektir. Dinleyen, bir daha dinlesin; dinlemeyene dinletsin'dir. Yaşasın Revolver, yaşasın deneysel ve saykodelik çağa geçen Beatles'tır...

Bonus:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder