23 Mayıs 2016 Pazartesi

Jimmy Page ile Londra'da Gerçeküstü Bir Akşam

15 Ekim 2014, hayatımın en heyecanlı ve inanılmaz günlerinden biri oldu.

Hayatta kişilik, tarz ve müzik açısından en çok beğendiğim insanlardan biri olan Jimmy Page'in 15 Ekim'de Londra'da canlı bir röportaj vereceğini duyar duymaz bilet almaya çekinmedim, çünkü o tarihte İngiltere'de olacaktım.

Tanımayanlar için Jimmy Page, tüm zamanların en başarılı rock gruplarından Led Zeppelin'in kurucusu ve gitaristi. Herkesin "Stairway to Heaven" şarkısıyla tanıdığı Led Zeppelin, 1969 yılında kurulmuş ve 1980 yılında baterist John Bonham'ın ölümüyle dağılmış bir grup. O yıldan beri sadece birkaç kere birleştiler, en sonuncusu kendilerinin de bağlı olduğu Atlantic Records'un sahibi, Türk olduğu için ismine pek aşina olduğumuz Ahmet Ertegün'ün anısına 2007'de Londra'da meşhur O2 Arena'da düzenlenen konserdi. 2 saatlik konseri internette izlerken bu tarihi ana tanıklık etmiş insanları kıskanmadım değil.

Anlayacağınız, bu adamları -her ne kadar solo kariyerlerine devam ediyor olsalar da- canlı izlemek, görmek çok zor. Özellikle Jimmy Page'i; çünkü sahnelerden uzaklaştı ve son birkaç yılını eski Led Zeppelin albümlerini restore etmeye ayırdı. Bir de bir "fotoğrafik otobiyografi" hazırlamaya, yani hayatını kendi seçtiği fotoğraflardan ve altına düştüğü küçük notlardan oluşan bir kitapta toplamaya. İşte Guardian gazetesinin müzik editörü Michael Hann'a vereceği ve seyircilerin de izleyebileceği canlı röportajı da bu kitabı tanıtmak için verecekti. Şanslıyım ki tam ben Erasmus için İngiltere'ye gideceğim zaman diliminde gerçekleşecekti bu olay!


Şunu kısaca belirtmem gerekiyor: Jimmy Page; şimdi mükkemmel bir şekilde beyazlamış olan uzun, siyah saçlarıyla, doğaüstü olaylara, Aleister Crowley'e ve Victoria dönemine olan merakıyla hep gizemliliğini korumuş bir sanatçı. Özel hayatından hiç bahsetmez, ancak tur menajerleri veya birlikte olduğu groupielerin yazdığı kitaplardan onunla ilgili bazı bilgilere ulaşılabilir. Led Zeppelin döneminde verdiği çok röportajı da yok, o yüzden o günlerde yaşadıklarını kendi ağzından dinlemek hayranları için büyük bir ayrıcalık olacaktı. Gitmeden 1 ay gibi bir süre önce, henüz Türkiye'deyken biletimi aldım ve 15 Ekim'i beklemeye başladım.

Hasta olmak için en güzel zamanı buldum ve büyük günden 2 gün önce gribin ilk sinyalleri gelmeye başladı. Ne yapabilirdim ki vitaminlerimi alıp Londra trenine binmekten başka? Bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Londra Victoria istasyonundaydım. Sonra metroya bindim ve bir durak ötedeki Sloane Square durağında indim. Yağmur yağıyordu, ne kadar İngiliz. Şemsiyemin altında Cadogan Hall'a doğru yürümeye başladım ve 45 dakika sonra kapılar açılana kadar ne yapacağımı düşündüm. Birden uzun bir kuyruk gördüm. Biraz uzun, kumral ve dalgalı saçları, bol paça kot pantolonu ve çiçek desenli gömleğiyle Robert Plant'i andıran bir çocuğa ve ailesine, "Pardon, (Excuse me, İngiltere'de cümle açılış kalıplarının olmazsa olmazı) bu kuyruk Jimmy Page için, değil mi?" diye sordum, onayladılar.

O anda heyecanlandım, duygulandım ve gururlandım. O insanların hiçbirini tanımasam da bir aidiyet duygusu hissettim. Hepimiz Jimmy için oradaydık. Kimimiz yaşlı, kimimiz genç, bazılarımız onu gördü, bazılarımız görmedi... 

Sonunda içeri girdik. Kitabını da biletle birlikte sipariş etmiştim, salona girmeden önce onu da aldım. Sahneye gayet yakın olan 7. sırada yer buldum ve kitabı incelemeye başladım. Az sonra Jimmy Page'i sahneye çağıran bir ses duydum. O anı asla unutamam. Kapılar açıldı ve aylardır bilgisayarımın ekranından izlediğim adam, sıcacık gülümsemesiyle sahneye geldi. O anda bir fotoğraf makinesi yüzümdeki ifadeyi yakalasaydı, benim için mükemmel mutluluğun resmi olurdu. Gözlerimde yaşlarla onu alkışlarken, aklımda Penny Lane'in sözleri vardı: "Gerçekleşiyor..." "It's all happenning..."

Bir buçuk saat çok çabuk geçti ve kendimi sıklıkla Jimmy'nin anlattıklarına odaklanmaya çalışırken yakaladım çünkü hâlâ şoktaydım. Arada birkaç fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedim anı ölümsüzleştirmek için.




Gecenin hatırda kalan anları:

- Röportaj boyunca Jimmy sakin, hevesli ve espriliydi. Özellikle kahkahasını duymak ve onunla birlikte gülmek çok güzeldi.

- Bir kez daha Jimmy'nin aynı anda hem gizemli hem de sıcak biri olmasına hayran kaldım. Kendisinin de dediği gibi light and shade, sanırım...

- Röportaj başlamadan önce gözüm, en önde oturan uzun, kızıl ve dalgalı saçlarıyla Pre-Raphaelite resimlerinden fırlamış gibi görünen ve baştan aşağı siyah giyinmiş bir kıza kaydı. 20'li yaşların ortasında olmalıydı. İçimdeki fangirl magazin gazetecisi meraklandı: Bu kız, geçen ay Jimmy'le el ele tutuşarak yürürken objektiflere yakalanmış olan kız mıydı? Evet, büyük ihtimalle öyleydi. İlişkileri hakkında bir fikrim yoktu o zamanlar ama aradan aşağı yukarı 1 buçuk yıl geçti ve hâlâ birlikteler, halkın içine de çıkıyorlar sıklıkla. Scarlett Sabet imiş adı kızın, 26 yaşındaymış ve bir şairmiş. 

- Jimmy daha önce hiç duyulmamış birkaç tatlı hikâye anlattı. Bir keresinde Piccadilly Caddesi'nde broşür dağıtan Belçikalı bir kıza rastlamış. Onu çekici bulmuş ve İskoçya'ya davet etmeyi düşünüyormuş (bu tam Led Zeppelin III albümünün çıkışından sonra oluyor, 1970 gibi.) Sonra kız, Jimmy'nin Led Zeppelin'in solisti Robert Plant'le romantik bir illişki içinde olduğunu düşündüğünü söylemiş, bu çıkarımı da LZ III albümündeki "bütünlük hissi teması"ndan ve albüm hazırlığı sırasında Bron-Yr-Aur bölgesinde bir kulübede kalmalarından yapmış. Bu noktada hepimiz delice gülüyorduk ve Jimmy, bir gülümsemeyle: "Sonuçta kız benimle İskoçya'ya gelmedi." dedi.

- Aynı zamanda ünlü, kısa Zoso süveterinin bir arkadaşının kız arkadaşı tarafından verildiğini ve sözünün eri birisi olduğu için onu giydiğini söyledi.

- Jimmy ile özdeşleşen "Zoso" sembolünün anlamını söyleyip söylemeyeceği sorulunca sadece "Hayır." dedi, kalabalık bu sözü tezahüratla karşıladı. Onun hakkında çok meraklı olsak da aslında gizemini korumasını seviyorduk, değil mi?

Akşam sona erdi ve Jimmy tatlı gülümsemesiyle ve hak edilmiş bir ayakta alkışlanmayla salonu terk etti. Ben de treni yakalamaya gittim. Duygusal, şanslı ve biraz melankolik hissettiğim bir akşam oldu. Hâlâ tüm zamanların en başarılı, yaratıcı ve çekici gitaristini; en sevdiğim şarkıları yazan ve yıllarca sahnelerde çalan adamı gördüğüme, bütün bunların gerçekleştiğine inanamıyorum. Ah, ama evet, gerçekleşti. Umarım bir gün canlı canlı o büyüleyici müziğini çalışına da tanık olabilirim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder